Sıradan bir günün aynı sıradanlıkta kızaran akşamı... Maviyle kara arasında giderek koyulaşan bir kızıllığın gökyüzünü, ağaçları, insanların sokaktaki telaşını boyadığı bir akşam... Şimdi burada, bu hastane odasında yalnız başıma yatıyor olmasaydım, ben de o telaşın içinde olacaktım. Ve belki de her akşam yinelenen bu büyüleyici kızıl seremoniyi bir kez daha kaçıracaktım. Göğün, maviliğini kapkaraya teslim ederken bulandığı bu ebruli güzelliği doyasıya yaşıyorum şimdi... Şimdi... Ölüme, ölümüme çeyrek kala! Ben de yaşamımın maviliğini ölümün karasına bulayacağım için belki de. Ben de bu, arada kalmış kızıllığın tam ortasında olduğum için. Pencerenin çerçevelediği bu şahane tablo, yaşamım oluveriyor bir anda. Daha önce günlük, gereksiz, abartılı işlerle ıskaladığım günbatımı benimle bütünleşiyor.Ve daha neleri ıskaladığımı düşünüyorum. Odamın camından sızarak gözüme giriyor diye kızıp perdeyle kapattığım günün ilk ışıklarını anımsıyorum. Tan ağarırken de kızarır her yan değil mi? Bu kez tersine bir teslimiyet başlar. Siyahlık mavinin kollarına bırakır kendini. Ve ben o güzelliği perdeyle kapatırdım. Yazık! Şimdi şu köhne pencerenin perdelerini hiç kapatmıyorum. Şafak vaktiyle camı aralıyorum. Kuşların şen şakrak günaydınları bana yaşama sevinci veriyor. Ama öleceğim. Gün doğumu, gün batımı yaşamımı, yüreğimi kızıla boyuyor. Ama ben öleceğim. Vay be! Ne ne yaman çelişkiler varmış meğer hayatta da biz ne lüzumsuzluklara takılmışız. Belki şurada rahat rahat soluk alabilen, sağlıklı bir kız olsam benimle bütünleşen gün doğumu olacaktı. Ama benim yolumun sonunda mavilik yok ki! Kitap da okumuyorum artık. Hastalıklı penceremden hayatın, hayatımın akışını seyrediyorum. Yemeklerimden saklayıp bahçedeki kedilere atıyorum. Yakınımdaki ağaç dalına konan kuşlarla bütünleşiyorum, onlardan biri oluyorum hiç kıpırdamadan. İnsanların koşuşturması ne anlamsız geliyor. Onları görmek rahatsız ediyor beni. Kıskanıyor muyum acaba? Onların süren bir yaşamları var benim yok diye... Hayır öyle değil! Üzülüyorum... Keşke onlar, daha ölüm yakalarına yapışmadan görebilseler diyorum şu güzellikleri.Uğruna enerjimi tükettiğim şeyleri düşünüyorum. Yanlış tercihlerimi. Üstelik yanlışlarda ısrar edip sabredişimi. Kızıyorum şimdi sabır bir erdemdir diyenlere. O yanlış tercihler, bir gün düzelir diye beklerken, kimbilir ne kadar mutluluk geçip gitti yanımdan. Sonra aptal gururum yüzünden o gece onunla kalmayışım geliyor aklıma. Oysaki tüm bedenim ve ruhumla istemiştim onunla sevişmeyi. Al işte şimdi yapabilirsen yap! Nefes bile alamıyorsun doğru dürüst! Gurur da bir erdem değil demek ki kimi zaman. Ya da biz kimi aptallıklarımızın adını gurur koymuşuz. Bilmiyorum. Düşünesim de yok zaten.Öleceğimi önceden bilmenin ayrıcalığını bana yaşattığı için şükrediyorum tanrıya. Bir de intihar edenlerde vardır bu durum. Ama onlar benden önde. Çünkü onlar, üstlerine dökülmüş bir kırıntıyı silkeler gibi vazgeçiyorlar hayattan. Bense epeyce mücadele ettim o kırıntı üstümde kalsın diye.Kimi duygular benimle ilk kez buluşurken umutlarım beni terk ediyor. Düşlerim de öyle. Geleceğe dönük ne varsa hepsi, yerlerini bir tür sorgulayış ve keşfe bırakıyor. Bense ölüyorum.Dedim ya ne yaman çelişkiler varmış hayatta da biz oralı olmamışız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder