Kediler, yazar dostudur.
Zaten entellektüel yaratıklar olduklarından yazma eylemine ve kitaplara acayip ilgileri vardır. Kedi dostlarının en şikayetçi oldukları ve en çok güldükleri konuların başında kedileri ile yaptıkları kitap ve gazete paylaşım mücadelesi gelir. Evlerin kitaplıkları da bu entellektüel varlıklar için doğal bir mekandır. Kitapların kokuları, ciltleri, küçük raf aralıkları onları inanılmaz derecede cezbeder. (Çalışma odasına her girişimizde kitaplarımızdan birini yerde buluruz. Sevgili kızımız bazen Kafka’ya takılır bazense İktisadi Düşünceler Tarihi’ni okumak ister ki biz daha okuyamadık.)
Yazarlar kedileri olduğu için mi daha iyi yazarlar ya da yazarlar iyi yazdıkları için mi kediler onları tercih eder bu da bir muammadır. Ama kediler insanoğlu ile tanıştıkları günden beri yazının içindedirler. Mısır hiyeroglifleri nazendelerin ilk kayıtlarını oluşturur. Kedi üzerine kimler yazmamıştır ki, Chateaubriand’an Hemingway’e Sadi’den Peyami Safa’ya kadar birçok yazar kedilerin kıyısında köşesinde dolaşmıştır. Ressamlar kedileri ile çalışmakta nispeten zorlansalar da yazarlar bu açıdan şanslıdır, tabii kalem veya klavye ilgilerini fazlasıyla çekmediyse.
1697 yılında Charles Perrault'nun yazdığı ve hala her çocuğun keyifle okuduğu Çizmeli Kedi, kedilerin masal sahnesine ilk cürretli çıkışlarıdır denebilir. 1741'de ise Domenico Balistrieri'nin Milano'da yayınlanan 85 sayfalık "Ölen Bir Kedi İçin Gözyaşları" başka dillere de çevrilmiştir. Bir başka yazar Lewis Carroll da 1865'de Alice Harikalar Diyarı'nda isimli eserinde "Cheshire Kedisi" karakteri ile kedi edebiyatına ciddi bir katkı sağlamıştır.
Ünlü “Toplum Sözleşmesi”nin yazarı ve Fransız İhtilali’nin düşün babalarından Jean Jacques Rousseau "Emile" isimli eserinde “ilgi ve algı” olgusunu işlerken bir kedi ile bir çocuğun merakını kıyaslayarak işe başlamıştır. Bir ihtilal düşün babasına da kedi gibi radikal bir varlık yaraşırdı. Cervantes’in o meşhur kahramanı Don Quixote ise tüm dünyaya meydan okusa da kedilerden usul usul korkar. Haliç sırtlarının güzelliğine doyamamış Pierre Loti ise tam bir kedicidir. Ama o kedilerde dinsel bir gizem olduğuna inanlardandır. Baudelaire de Pierre Loti’nin izinden gitmiş ve bilinmeyen ve fizikötesinin kedilerde toplandığını düşünmüştür.
Fransız şair Rimbaud için karısını, evini terkeden Verlaine de kedileri şiire taşımış ve “Dişi Kedi” şiirini kaleme almıştır.
Ama edebiyatın en kedici isimleri kimlerdi derseniz herhalde Rudyard Kipling ile Mark Twain’i kolay kolay geçebilecek yazar bulamazsınız. Kipling daha da öteye gitmiş kedileri çizmiştir de. Çocukluğumun yazarlarından olan Kipling’den her ne kadar üstün ırk safsatalarına merakı sebebi ile soğumuş olsam da yazdıkları ve kedilerle ilgili yazıları yine de özel bir köşeyi hakeder. Özellikle de 1902’de yayınlanan ve bir ev kedisinin ağzından aktarılan öyküleri. Mark Twain ise hep bana neşeli (daha doğrusu matrak) bir adam olarak gözükmüştür. Tom Sawyer gibi ‘matrak’ bir eser de bu ustaya aittir. Ama usta tam bir kedikoliktir. Hatta kedisizliği kendine has mizahı ile tiye bile alır. (Eh pek de haksız sayılmaz.)
Fransız Edebiyatı’nın köşe taşlarından (ve de adı en zor yazılan yazarlardan) biri olan Chateaubriand’nın kediciliği ise beni biraz düşündürür. Papa 12. Leo tarafından armağan edildiği için mi kedisini çok sever yoksa kedisi olduğu için mi bilemem. Ama şurası su götürmez bir gerçektir ki, Chateaubriand kedisini yazarak ölümsüzleştirmeyi başarmıştır.
Ama biz kedicilerin “kedi edebiyatı” açısından en büyük üzüntülerinden biri Shakespeare’i yanımıza çekememiş olmamızdır. Shakespeare kedilere uzak durmuştur. Oysa ki bir Othello’nun bir Lady Macbeth’in yanına bir kedi ne de yakışırdı. Usta tüm ustalığına rağmen bu keyfi ıskalamıştır.
Çok yiyen, çok gezen ve çok eğlenen, kendisi de iri kıyım bir adam olan (Üç Silahşörleri başka kim yazabilirdi) Alexandre Dumas ise tam bir hayvan dostudur. Hayvanların doğasını zevkle izlemiş ve ifade etmiştir.
Tüm korku dolu yazınına karşın Edgar Allan Poe, ölen karısına bir anlamda ithaf olunacak Annabel Lee diye bir şiir yazmıştır, pir yazmıştır. Annabel Lee’yi okuyanlar bilir, duygular berrak bir su üstünde yüzer gider. Poe da bir kedicidir ve çok sevdiği ölen karısının yatağında üç renkli bir kedi Poe’nun yasına eşlik etmiştir.
Ya Türkiye Edebiyatı, kedilere nasıl bakmıştır? Sağolsun ki Gökhan Akçura bu merakı herkes adına giderdi. Kedi Kitabı'na bakmanız yeterli. Neredeyse yazarlar bandosu geçiyor. Heybeliada'nın simgesi haline gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar ve yine bir başka adalı Sait Faik Abasıyanık kedileri es geçmemişlerdir.
Ama Türk Edebiyatı'nın kedici prensi Bilge Karasu'dan başkası olamaz herhalde. Cihat Burak ve Tomris Uyar da sıkı kedici yazarlarımızdan olmuştur.
Kedileri Türkiyeliler yazmayacak da kim yazacak. Her evin bahçesinde, sokağında köşesinde kedilerle yaşayan bizler kedi edebiyatının mekanında yaşarız.
Kediler yazılmayı hep haketmişlerdir. Yazıldıklarını bilmenin verdiği kibir her hallerinden belli olur. Hele ki günlük tutanlara bayılırlar. Bir günlük yazan görseler hop diye defterin yanına fırlar ve sayfalarda kendilerinden bahsedilmesi için biz safdilleri çarçabuk etkileri altına alırlar. Acaba bu yazıyı yazan benim için de benzeri bir durum söz konusu olabilir mi? Acaba?
(Alıntıdır)
Zaten entellektüel yaratıklar olduklarından yazma eylemine ve kitaplara acayip ilgileri vardır. Kedi dostlarının en şikayetçi oldukları ve en çok güldükleri konuların başında kedileri ile yaptıkları kitap ve gazete paylaşım mücadelesi gelir. Evlerin kitaplıkları da bu entellektüel varlıklar için doğal bir mekandır. Kitapların kokuları, ciltleri, küçük raf aralıkları onları inanılmaz derecede cezbeder. (Çalışma odasına her girişimizde kitaplarımızdan birini yerde buluruz. Sevgili kızımız bazen Kafka’ya takılır bazense İktisadi Düşünceler Tarihi’ni okumak ister ki biz daha okuyamadık.)
Yazarlar kedileri olduğu için mi daha iyi yazarlar ya da yazarlar iyi yazdıkları için mi kediler onları tercih eder bu da bir muammadır. Ama kediler insanoğlu ile tanıştıkları günden beri yazının içindedirler. Mısır hiyeroglifleri nazendelerin ilk kayıtlarını oluşturur. Kedi üzerine kimler yazmamıştır ki, Chateaubriand’an Hemingway’e Sadi’den Peyami Safa’ya kadar birçok yazar kedilerin kıyısında köşesinde dolaşmıştır. Ressamlar kedileri ile çalışmakta nispeten zorlansalar da yazarlar bu açıdan şanslıdır, tabii kalem veya klavye ilgilerini fazlasıyla çekmediyse.
1697 yılında Charles Perrault'nun yazdığı ve hala her çocuğun keyifle okuduğu Çizmeli Kedi, kedilerin masal sahnesine ilk cürretli çıkışlarıdır denebilir. 1741'de ise Domenico Balistrieri'nin Milano'da yayınlanan 85 sayfalık "Ölen Bir Kedi İçin Gözyaşları" başka dillere de çevrilmiştir. Bir başka yazar Lewis Carroll da 1865'de Alice Harikalar Diyarı'nda isimli eserinde "Cheshire Kedisi" karakteri ile kedi edebiyatına ciddi bir katkı sağlamıştır.
Ünlü “Toplum Sözleşmesi”nin yazarı ve Fransız İhtilali’nin düşün babalarından Jean Jacques Rousseau "Emile" isimli eserinde “ilgi ve algı” olgusunu işlerken bir kedi ile bir çocuğun merakını kıyaslayarak işe başlamıştır. Bir ihtilal düşün babasına da kedi gibi radikal bir varlık yaraşırdı. Cervantes’in o meşhur kahramanı Don Quixote ise tüm dünyaya meydan okusa da kedilerden usul usul korkar. Haliç sırtlarının güzelliğine doyamamış Pierre Loti ise tam bir kedicidir. Ama o kedilerde dinsel bir gizem olduğuna inanlardandır. Baudelaire de Pierre Loti’nin izinden gitmiş ve bilinmeyen ve fizikötesinin kedilerde toplandığını düşünmüştür.
Fransız şair Rimbaud için karısını, evini terkeden Verlaine de kedileri şiire taşımış ve “Dişi Kedi” şiirini kaleme almıştır.
Ama edebiyatın en kedici isimleri kimlerdi derseniz herhalde Rudyard Kipling ile Mark Twain’i kolay kolay geçebilecek yazar bulamazsınız. Kipling daha da öteye gitmiş kedileri çizmiştir de. Çocukluğumun yazarlarından olan Kipling’den her ne kadar üstün ırk safsatalarına merakı sebebi ile soğumuş olsam da yazdıkları ve kedilerle ilgili yazıları yine de özel bir köşeyi hakeder. Özellikle de 1902’de yayınlanan ve bir ev kedisinin ağzından aktarılan öyküleri. Mark Twain ise hep bana neşeli (daha doğrusu matrak) bir adam olarak gözükmüştür. Tom Sawyer gibi ‘matrak’ bir eser de bu ustaya aittir. Ama usta tam bir kedikoliktir. Hatta kedisizliği kendine has mizahı ile tiye bile alır. (Eh pek de haksız sayılmaz.)
Fransız Edebiyatı’nın köşe taşlarından (ve de adı en zor yazılan yazarlardan) biri olan Chateaubriand’nın kediciliği ise beni biraz düşündürür. Papa 12. Leo tarafından armağan edildiği için mi kedisini çok sever yoksa kedisi olduğu için mi bilemem. Ama şurası su götürmez bir gerçektir ki, Chateaubriand kedisini yazarak ölümsüzleştirmeyi başarmıştır.
Ama biz kedicilerin “kedi edebiyatı” açısından en büyük üzüntülerinden biri Shakespeare’i yanımıza çekememiş olmamızdır. Shakespeare kedilere uzak durmuştur. Oysa ki bir Othello’nun bir Lady Macbeth’in yanına bir kedi ne de yakışırdı. Usta tüm ustalığına rağmen bu keyfi ıskalamıştır.
Çok yiyen, çok gezen ve çok eğlenen, kendisi de iri kıyım bir adam olan (Üç Silahşörleri başka kim yazabilirdi) Alexandre Dumas ise tam bir hayvan dostudur. Hayvanların doğasını zevkle izlemiş ve ifade etmiştir.
Tüm korku dolu yazınına karşın Edgar Allan Poe, ölen karısına bir anlamda ithaf olunacak Annabel Lee diye bir şiir yazmıştır, pir yazmıştır. Annabel Lee’yi okuyanlar bilir, duygular berrak bir su üstünde yüzer gider. Poe da bir kedicidir ve çok sevdiği ölen karısının yatağında üç renkli bir kedi Poe’nun yasına eşlik etmiştir.
Ya Türkiye Edebiyatı, kedilere nasıl bakmıştır? Sağolsun ki Gökhan Akçura bu merakı herkes adına giderdi. Kedi Kitabı'na bakmanız yeterli. Neredeyse yazarlar bandosu geçiyor. Heybeliada'nın simgesi haline gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar ve yine bir başka adalı Sait Faik Abasıyanık kedileri es geçmemişlerdir.
Ama Türk Edebiyatı'nın kedici prensi Bilge Karasu'dan başkası olamaz herhalde. Cihat Burak ve Tomris Uyar da sıkı kedici yazarlarımızdan olmuştur.
Kedileri Türkiyeliler yazmayacak da kim yazacak. Her evin bahçesinde, sokağında köşesinde kedilerle yaşayan bizler kedi edebiyatının mekanında yaşarız.
Kediler yazılmayı hep haketmişlerdir. Yazıldıklarını bilmenin verdiği kibir her hallerinden belli olur. Hele ki günlük tutanlara bayılırlar. Bir günlük yazan görseler hop diye defterin yanına fırlar ve sayfalarda kendilerinden bahsedilmesi için biz safdilleri çarçabuk etkileri altına alırlar. Acaba bu yazıyı yazan benim için de benzeri bir durum söz konusu olabilir mi? Acaba?
(Alıntıdır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder